Başlığa geleceğiz. Konuya girelim önce..
İnsanların kısa yoldan bir şeyler olma arzusu içinde olduğunu iş yerinizden, arkadaşlarınızdan ve ailenizdeki bireylerden görebilirsiniz. Kısa yoldan yönetici olmak isteyenler, kısa yoldan sınav geçmek isteyenler, kısa yoldan zengin olmak isteyenler..
Hepsinde ortak bir nokta var.
Herkes öyle bir tavsiye bekliyor ki, o tavsiyeyi alınca hemen o noktaya erişeceğini düşünüyor.
Şunu, bunu yapmak istiyorum. 3 adımda bunu nasıl yaparım? gibi ifadeler eminim size de denk gelmiştir.
Hayatın 10 adımda 12 adım atmak olmadığını belirtmek isterim sevgili kardeşim.
Hele bak. Sen gel otur önce.. Sakince bu yazdıklarımı oku, sonra üzerine düşünür ve konuşuruz.
Ülke olarak emek vermeden ekmek, kısa yoldan zenginlik ve kariyer peşinde olan bir yapıya sahibiz. Bu yapı işini iyi yapmayan kişileri ve sistemleri ortaya çıkarıyor. Çünkü aklını işlerine vermiyor, en yakın zamanda ayrılacağım düşüncesiyle çalışan iş arkadaşlarınızın kurumlarınızda neredeyse iş hayatlarının yarısını tamamlayacaklar.
İşler böyle yürümüyor.
Peki. Nasıl mı yürüyor diye soruyorsunuz?
İlkeler düzeyinde anlatacağım.
Çünkü ilkeler bağlamdan bağımsız olduğu için kendi bağlamınıza göre şekillendirebiliyorsunuz. Onun için hayatta ilkeler düzeyinde yaşamayı seviyorum. Örneğin bana bir şey katmadığını düşündüğüm kurumdan ayrılıyorum. Üçün beşin hesabını çoğu zaman yapmıyorum. Bu belirli derecede özgürlük veriyor. Bu arada insanların tam özgür olduğunu düşünmediğimi de belirteyim. Sadece özgürlük spekturumunda özgürlükleri ileri gidip gelebilir..
Öncelikle kaderiniz ve bahanelerinizin yer değiştirdiğini söylemek istiyorum. Şuan ben şunu yapamıyorum, buna izin verilmiyor, şuna ulaşamıyorum gibi sözler söylememelisiniz. Çünkü şuan insanlık tarihinde ilk kez en fazla şeye en az enerji ve ücretle ulaşabilir haldesiniz. Bu dünyanın en büyük gücü olan BİLGİ için daha geçerli bir önermedir.
Yani bana iyi eğitim verilmiyor vs demeniz artık yersizdir. Bu arada okullar çoğu şeyin garantisi değil artık. Bunu da bilmelisiniz. Bu nedenle o okullardan mezun olmuş kişilerin işsiz ve vasıfsız bir şekilde ortada dolaşması boşuna da değil. Ama eğitim bir şeylerin garantisi. Çünkü eğitim sizi farklı yerlere götürebilir. Bakın biz ülke olarak eğitimi okullara hapis ettik. Bütün sorunlarımızda yatan temel nedenlerden biri bu..
Her insanın hayatını yorumlama, başarı ve mutluluk tanımları farklı..
Seninde öyle.
Ne kadar toplumsal şekillendirmeler de olsa bireyselliğin kattığı farklılığı ortaya koyacaksın. Uzaktan aynı ama yakından daha farklısınız. Bu farklılık farklı düşünmenizden kaynaklanmakta. Toplumsal etkiler ise düşüncelerinizi etkileyen en önemli unsurlardır.
Toplumlar değişir.
İnsanlar ise toplumun çoğu zaman değiştiğinin farkında bile değildir. Çünkü bireysel düzeyde tartışmalarınıza, günlük yaşamlarımıza baktığınızda ‘sen değiştin, eskisi gibi değilsin’ lafını çok fazla söylemişsinizdir ve karşınızdaki kişi ise değişmediğini ifade eder. Bu durum ters bir şekilde ele alındığında aynı savunmayı kendimiz içinde yaparız.
Ayrıca unutmamak da gerekir. Biyolojik yapımız kolaya kaçmak üzerinedir.
Özellikle beynimiz..
Beyin bir etkinliği en az enerji ile yapmak üzerine çalışır.
Onun için kendimize bile yalan söyleyip, inanırız. Değil mi? İlla kendinize yalan söylemişsinizdir.
Beynin yanlılıkları çok fazla.
Kolaya kaçma..
Kolaya kaçarak bir şeyler elde edebiliriz. Ama çoğu zaman değeri olmaz.
Mesela kolay kazanılmış paralardan bahsedelim. Daha önce Milli Piyango tutturan kişilerin bazılarının şuan için sefalet içinde yaşaması gibi.. Değerini bilemediği için çok çabuk kaybeder. Bu bir kişi başka bir kişinin eşeğini türkü çığırarak çağırır anektodunu veren fıkra ile sabitlenir.
Kolay ulaşılan ve yenilen şeyler çoğu zaman zararlıdır. Örneğin, fastfood ürünleri..
Hem doymazsınız hem uzun vadede sağlığınızdan olursunuz.
Bunlar tesadüf şeyler değil dostlar..
Bir şeye emek vermenin değeri başkadır. Örneğin ben bu yazıları insana ve mesleğe değer verdiğim için yazıyorum. Bunun için daha fazla çalışıyorum. Daha fazla çalıştıkça daha fazla yazıyorum ve kariyer yolculuğum kendiliğinden gidiyor.
Lisanstan mezun olmadan önce bir hocam ‘dünyanın adaletli bir yer olmadığını bil, ona göre yaşa’ demişti. Bu sende adaletsiz ol anlamında kullanılan öğüt değildi. Bu öğüt, ona göre planlarımı yapmamı sağlayan bir düşünce algısı verdi.
Aynı şekilde Sabahattin Ali’nin yazdığı Kürk Mantolo Madonna romanında geçen bir anektod daha var. ‘Her şeye hazır bulunan ve kimden ne geleceğini bilebilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?’ Değildir değil mi? İşte hayata böyle bakmamız gerekiyor. Yoksa rüzgarın savurduğu bir yaprak gibi hayat da bizi oradan oraya savurur.
Kolaya kaçmanın verdiği olumsuzlukları yaşıyorum bazen.
Yazdıklarım ve benim hakkımda yazılanlar, söylenenler vs olumsuz şeyler oluyor. Aa be kardeşim bak ben emek verdim, bunu yazdım. Sende iyisiniz yaz, söyle aktar bizde faydalanalım değil mi? Hep üretenlere, üretmek isteyenlere üretmeden o yolda bile olmadan kolaya kaçıp eleştirenlere başta anlam veremiyordum. Ama sonra anladım ki; onun hasedi bana değil, özünde kendineymiş. Onlar kategorik olarak öyle.. Fazla kulak asmadan yolunuza devam etmeniz gerekiyor.
Unutmayın.. Bertrand Russell‘ın Mutlu Olma Sanatı adlı kitabında ise şöyle bir söz tam bu yapıyı açıklıyor. ‘Dilenciler zenginleri değil, kendisinden daha fazla kazanan diğer dilencileri kıskanır..’
Kısa yoldan bir şeyler olmak, değişmek isteyen tüm hemşirelik camiası mensuplarının okuması gereken bir köşe yazısını aşağıda paylaşıyorum. Çetin Altan’ın 2012 yılında yazdığı bir köşe yazısı..
Tam da bu tarz da yaşayanları anlatıyor.
İyi okumalar..
**
Limonata ve Rafadan Yumurta – Çetin Altan
Yaşamında hiç limonata içmemiş biri, limonatayı çok pahalı bir serinletici sanabilir. Oysa çok ucuz bir serinleticidir. Bir bardak suya bir çorba kaşığı toz şekeri döküp, iyice karıştırdıktan sonra, üstüne doğru dürüst sıkılıp çay süzgecinden geçirilmiş, yarım limon suyu eklersin…
Ve hepsini karıştırırsın.
Bardak, görkemli ve uzunca bir bardaksa, yarım yerine bir limon sıkar, bir çorba kaşığı toz şekerini de, iki çorba kaşığı yaparsın…
Bir limonata, dişleri donduracak kadar mı soğuk olmalıdır?
Hayır, bardağın çevresine hafif bir buğu yalazlanması yapacak kadar soğuk olmalıdır.
Ayrıca bardağın içine kalıp buz atılmalı mıdır?
Hayır, gerekiyorsa bir tatlı kaşığı dövülmüş buz atılmalıdır.
Yarım tekerlek bir limon dilimi, bardağın kıyısına mı takılmalıdır, yoksa içine mi konmalıdır?
Bardağın kıyısına konduğu zaman, daha dekoratif olur; dileyen, limonun kokusunu daha keskin duymak isterse, bardağın kıyısına takılmış yarım dilimi bardağın içine atabilir.
İyi bir limonata yapmaya bu kadarı yeter mi?
Yetmez.
Çentilmiş limon kabuğuyla bir sap taze naneyi de, önce limonatanın içinde kısa bir süre tutup, sonra hepsini süzmek gerekir.
Böyle bir limonata ultra süper bir zenginlik sorunu mudur?
Hayır, sadece bir yaşam sevgisiyle, bir yaşam zevki sorunudur.
Bu, çok önemli midir?
Bir kez gelinip, bir kez geçilen dünyayı, en sade koşullar içinde dahi, ıskalamamanın göstergesi olduğu için, çok önemlidir.
Sabahları bir saat yürüdükten sonra, duş almak da öyledir.
* * *
Bir yumurtayı azıcık tuz, biber ve nohut büyüklüğünde tereyağı ile bir fincanda çırptıktan sonra, yumurta biçiminde ve yumurta büyüklüğünde, kapağı vidalı çelik bir kaba döküp, suda iki dakika kaynatmak da önemlidir.
Yiyebileceğiniz en enfes rafadan yumurta, ancak böyle pişirilebilir.
Yumurta biçiminde ve yumurta büyüklüğünde, kapağı vidalı çelik bir kabı nerede bulacağız?
Hiçbir yerde bulamazsınız. Neden? Çünkü o kabın üretilmesi, genel istem mekanizmasıyla ilgilidir. Kimse yaşam zevkini, enfes bir rafadan yumurtaya kadar bile inceltmemişse, öyle bir kap bulunmaz. Bu da ultra süper bir zenginlik sorunu değil, bir yaşam sevgisi sorunudur.
* * *
Doğru dürüst bir limonata ve tadı unutulmayacak bir rafadan yumurta… Bir de sabahları bir saat yürüyüşle, bir duş…
Bunları sen yapabiliyor musun?
Hayır.
Neden?
Çünkü bunları bir tek kişi yapamaz. Özenler ve incelikler, ortak bir yaşam kültüründen, kişilerin yaşamına kadar uzanmıyorsa; limonata yapmaya kalktığın zaman, önce evde limon bulamazsın. Limonu almak için dışarı çıktığın zaman da, zaten limonata içme isteğin küllenmiş olur. Dişini sıktın, limonu alıp geldin. Kör bıçak, limonu doğru dürüst kesmez. Buzdolabına su konulması unutulmuştur. Yahut dolap tam o sırada söndürülmüştür. Yahut limon sıkacağını komşu almıştır. Zaten nane de yoktur. Çay süzgeci yıkanmamıştır. Görkemli uzun bardak bir gün önce kırılmıştı. Ama limonata yerine, soğuk maden suyu vardır… Ve yeni icatlar çıkarmak da, insanı üzmekten başka hiçbir işe yaramaz…
Bardağı hafif buğulu, kıyısına yarım limon dilimi takılmış, içinde bir tatlı kaşığı çıngıltılı buz kırığı, azıcık limon kabuğuyla, taze nane kokan, limonatayı içemezsin. Yerine maden suyu içersin.
* * *
Dışarıda çırpıldıktan sonra, özel çelik kapta, tıpkı hiç kırılmamış yumurta gibi pişirilen rafadan yumurtayı ise asla yiyemezsin.
Sabah yürüyüşleri de ortakça benimsenen bir alışkanlık değildir.
Bazen yürürsün, bazen yürümezsin.
Hele, masası normal bir pingpong masasının dörtte bir büyüklüğünde olmasına karşın; raketleri özel yapıldığı için, topu ancak o küçük masa kadar fırlatan Japon pingpongunu kesin oynayamazsın. Çünkü ya biri raketi kırmış; ya masayı, bir başkası, ütü masası yapmıştır.
* * *
Yaşam sevgisi bir kültürdür. Tıpkı çiçek sevgisi, tıpkı müzik sevgisi, tıpkı yüzme sevgisi gibi…
Bu sevgi ya vardır, ya yoktur.
Böyle bir sevgi pekişmemişse; orada insanlar, ne yaratıcı bir yaşama, ne sağlıklı bir aşka, ne keyifli bir yücelmeye fazla kulaç atamazlar…
Kafası yarım kesik bir horoz gibi, çırpınır, bunalır, önüne geleni suçlar; ne istediğini, ne aradığını, daha doğrusu ne halt edeceğini bir türlü tam kestiremez ve kendilerini de, canım yaşamı da ziyan zebil ede ede, sönüp giderler.
Yaşam sevgisi; enerjinin, yaşam zevkini kuşaklar boyu ortaklaşa yoğurmasından oluşur.
Enerji yoksa orada sadece kurnazlık vardır. Kurnazlık da, yaşam sevgisiyle yaşam zevkinin en amansız celladıdır.
Bu yazı Serdar Kuzuloğlu’nun İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı konuşmadan alıntılanarak yeniden oluşturulmuştur.