Hastalarının neler hissettiğini anlayabilmek için kendine virüs enjekte eden bir doktor duymuş muydunuz?
Bugün sizlerle bu doktoru tanıştırmak istiyorum.
Huzurlarınızdaaa…
JOHN HUNTER.
Bugün tıp alanında geldiğimiz noktadan geçmişe bir bakış attığımızda; şu an sahip olduğumuz teknolojiye erişebilmek için bilim insanları parasını, zamanını ve hatta canını dahi feda etmiştir. Tıp alanında, özellikle de modern cerrahide çoğu yeniliğin öncüsü olan John Hunter da bu bilim insanlarından biridir.
Hunter, Long Calderwood’da, hâli vakti yerinde bir ailenin en son çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçüklüğünden beri doğaya karşı derin bir ilgiyle büyüdü. Aile fertleri arasından hayatına en çok etki eden kişi; obstetrisyen, anatomist ve kendine ait bir anatomi okulunun kurucusu olan abisi William Hunter‘dı. İleriki dönemde atılacağı meslek hayatı için burada birikim topladı ve öğrenciliğinin en can alıcı dönemleri de abisiyle geçti.
20 yaşında Londra’daki abisinin yanına geldi. Dönemin en iyi cerrahlarıyla tanışma fırsatı yakaladı. Abisinin onun yeterince ilerlediğini düşünmesi üzerine, Chelsea Hastanesi‘nde dönemin en iyi cerrahı olan Dr. William Cheselden’nın öğrencisi olma imkânı yakaladı. William’ın yanında aldığı anatomi eğitiminden öyle etkilendi ki, bir süre sonra kendisi de anatomi dersleri vermeye başladı.
Abisinin yanında çalıştığı dönemlerde, Londra’da hamile kadınlarda ölüm oranının artmasıyla beraber gözler abisi William Hunter’e, o dönemki hocası William Smelli’ye ve haliyle kendisine çevrildi. Ne var ki, Georgian Dönemi İngiltere’sindeki yaşam koşulları ve gebeliğe etkisi düşünüldüğünde, ölüm oranlarının asıl artış sebebinin obstetrik (Obstetrik: Doğum ve doğum sonrası dönemde kadın üreme yollarıyla ve doğan çocukların bakımı ile ilgilenen tıbbi uzmanlık alanı.) bir hastalık olan preeklempsi olduğunu şimdilerde rahatlıkla anlıyoruz. Preeklempsi, hipertansiyon ve idrarda protein fazlalığı ile anlaşılabiliyor ve gebeliğin ikinci trimesterinde (3-6. ay arası dönem) ortaya çıkıyor. İlerleyen bir hastalık olmakla beraber hem anne hem de bebek için kötü sonuçlar doğurabilecek tehlikeye sahip.
Hunter ’in deneyimlerine baktığımızda, Dr. William Cheselden’e ek olarak, St. Bartholomew’s Hastanesi‘nde Dr. Pervical Pott’un yanında çalışmış. Bence en ilginç olan deneyimiyse; anatomist, tıbbi illüstratör ve balmumu model sanatçısı olan Marie Marguerite Bihéron‘un yanında çalışması olması. Orduya katılmadan önce anatomiden başka yaptığı araştırmalardan bir diğeri de hastadan kan almanın iyileşme sürecine olan etkilerini ölçmesidir. Bu araştırmadan elde ettiği sonuçsa, bağışıklık sisteminin önemli bir parçası olan enflamasyonun bir patoloji değil, vücudun bir reaksiyonu olduğu gerçeğidir.
Modern cerrahi eğitiminin gelişmesine odaklanacak olursak, o dönemlerde orduya katılmak, başarılı olmak isteyen cerrahların mutlaka yaşaması gereken bir tecrübe olarak görülmekteydi. Çünkü cerrahi gelişmelerin büyük bir kısmı, savaş alanlarında yaşanıyordu. John Hunter de çok sayıda savaşta cerrah olarak görev almış ve bu sayede yeni teknikler geliştirip, araştırmalar yapma fırsatı bulmuştur. 7 Yıl Savaşları süresince orduyla beraber Portekiz ve Fransa bulunarak, silah yaraları ve halsizlik üzerine çalışmalar yapmıştır. Sanılanın aksine, silah yaralarında yarayı genişletmenin -her ne kadar yabancı maddeyi çıkarmada kolaylık sağlasa da- enfeksiyon riskini arttırması sebebiyle uygulamaktan kaçınılması gereken bir metot olduğunu ileri sürdü ve böylece yıllarca yerleşik olan görüşlere karşı çıkarak modern tıbbiyede büyük bir atılım yarattı.
1763’te ordudan ayrıldıktan sonra, gelecek 5 senesini çalışma ortağı James Spence’in yanında geçirdi. Burada diş transplantasyonu üzerinde çalışmalar yürüttü. Diş araştırmalarından sonra, Portekiz ve Fransa yolculuklarında topladığı canlı türlerini sergileyeceği ve anatomik araştırmaları yapacağı bir ev satın aldı. Ardından 1767’de Kraliyet Cemiyeti‘ne üye olarak seçildi. Aynı yıl, bel soğukluğu ve sifilisin aynı nedenden kaynaklandığını iddia etti. Hatta bunu kanıtlamak için de kendi bedenini kullandığı da rivayet edilir. Bazı kaynaklar bunun büyük olasılıkla doğru olmadığı kanısında olsa da bel soğukluğu (gonore) ve frenginin (sifilis) aynı hastalığın farklı belirtileri olduğunu göstermek amacıyla kendi vücuduna frengi mikrobu enjekte etmesi sonrasında hastalığının, yaşamının son yıllarında çektiği rahatsızlıkların kaynağı olduğu söylemleri daha fazladır.
1768 yılı Hunter için oldukça kritiktir. Hem mesleğinin son yıllarına yaklaştığı hem de kariyerinde en iyi noktalara ulaştığı senelerin başlangıcı, bu yıl olmuştur. 1768 yılında, St. George Hastanesi’ne baş cerrah olarak atandıktan sonra Cerrahlar Birliği‘ne üye oldu. Ardından 1776’da -Amerika Birleşik Devletleri’nin İngiltere Krallığı’na karşı bağımsızlığını ilan ettiği yıl- Kral III. George’un özel cerrahıydı. Aynı yıl, dünya tarihindeki ilk suni döllenmeyi başarıyla hayata geçirdi.
1783’te, Leicester Meydanı‘nda daha geniş bir eve taşındı ve bütün canlı koleksiyonunu burada toplamaya başladı. Zamanla bu koleksiyonuna, -rüşvetle aldığı- 2.31 m boyundaki Charles Byrne’nın bedenini de ekledi. Böylece artık kendi anatomi okulunu açmaya hazırdı. Bir süre sonra anatomi okulundaki koleksiyonların birçoğu, Britanya Hükümeti tarafından Kraliyet Cerrahi Akademisi‘ne bağlanmış olan Hunter Müzesi‘ne götürüldü.
Leicester‘daki okulunda nice öğrenciler yetiştirdi. Bunlar arasında, çiçek hastalığı aşısını bularak tıp tarihini değiştirecek olan Edward Jenner da vardı. Ayrıca bu dönemde Hunter, müzesindeki koleksiyonlar sayesinde evrim ile ilgili de araştırmalar yaptı. Evinde ve müzesinde gerçekleştirdiği çalışmalardan 3 yıl sonra, 1786’da prestijli “baş cerrah” unvanıyla orduya geri döndü. Ordudaki süre zarfında ordu cerrahlarının eğitimine katkı sağladı. 1790 yılının mart ayında dönemin başbakanı William Pitt’ın genel cerrahlığını yaptı. Başbakan’ın genel cerrahlığı görevindeyken; uygulanmakta olan patronaj tabanlı sistemin yerine, ordu cerrahlarının deneyim ve liyakate dayalı olarak atanması ve terfi ettirilmesi için yeni bir sistem getirdi.
Derin anatomi bilgisi sayesinde silah yaralarından, zührevi (deri) hastalıklara, cenin (dölüt) gelişiminden, diş tabipliğine ve evrim teorisine kadar birçok alana katkısı vardır. Evrim teorisine olan katkısıysa karşılaştırmalı anatomi çalışmalarına dayanmaktadır. Bu çalışmaları ve özellikle Hunter Müzesi’ndeki canlı anatomi koleksiyonları ile evrim ile ilgili çalışmalar yaptığı söylenebilir. Koleksiyonu için topladığı örnekler arasında kanserli bulgular da mevcut. Meme kanseri, rektum kanseri ve karsinoma bu örneklerden birkaçı. Buradan yola çıkarak, onkolojiye de katkıları olduğunu rahatça söyleyebilmekteyiz. Katkıları içerisinde en önemlisiyse şüphesiz, cerrahiyi bilimsel bir bakış açısıyla ele almış olmasıdır.
Cerrahide denemenin önemli olduğunu her fırsatta dile getiren Hunter, 1793’te hastanede yaşadığı bir tartışma sonucu gerçekleşen göğüs ağrısı ve akabinde yaşanan kalp krizi sonucu vefat etmiştir. Ölümünden sonraki günün sabahı, öğrencileri anatomi amfisinde ders için toplanmıştır, ancak ne yazık ki bu sefer hocaları ders anlatmak için gelmemiştir, orada kadavra olarak bulunmaktadır.
John Hunter (1728–93), 18. yüzyılın en popüler ve tartışmalı cerrahlarından biriydi. Genç William Pitt, Adam Smith ve David Hume gibi zamanının ünlü kişiliklerini tedavi etti. Bugün, hala, bilimsel cerrahinin kurucusu olarak öncü yaklaşımıyla takdir edilmektedir.
https://www.historyextra.com/period/georgian/john-hunter-and-the-horrors-of-18th-century-surgery/ Erişim: 25.10.2022.
https://www.lindahall.org/about/news/scientist-of-the-day/john-hunter Erişim: 26.10.2022.
https://www.researchgate.net/figure/a-John-Hunter-was-a-distinguished-Scottish-surgeon-who-advocated-scientific-study-and_fig3_329420654 Erişim: 26.10.2022.
https://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1258/j.jmb.2007.06-47 Erişim: 25.10.2022.
The Surken, The Countess, Her Husband And His Lover: John Hunter (1728–93) And The Countess Of Strathmore (1749–1800) Wendy Moore, Cilt 15 , Sayı . Erişim: 25.10.2022.