İsmim Gürkan. Eşimin ismi ise Deniz. Sekiz yaşındaki oğlum Kaan Kenan ve dört yaşındaki kızım Elif Su ile birlikte yaşıyoruz. Eşimle birlikte Ankara 112 Acil Sağlık Hizmetlerinde paramedik olarak çalışıyoruz. Sağlık çalışanlarının çoğunluğunun yaptığı gibi bizler de nöbetle işe gidiyor ve çocuklarımıza bakıyorduk. Her şey bir rutin dâhilinde devam ederken tüm dünyayı etkileyen COVID-19 pandemisi bizlerin de düzenini alt üst etti. Herkes evde kalmanın sıkıcılığını, tekdüzeliğini düşünürken biz eşimle bu virüsü evimize, çocuklarımıza bulaştırmadan nasıl kurtulabiliriz sorusuna cevap arıyorduk. Akşam on dokuz haberlerinde günlük koronavirüs vaka açıklamalarını takip etmek rutinimiz olmuştu. Acaba bugün kaç kişi hastalığa yakalandı? Kaç kişi taburcu oldu? Kaç kişi vefat etti? Bunlar bir sayıdan ibaret değildi bizim nazarımızda. Kesin tanı almış ya da şüphesi dahi bulunanların vaka nakillerini yaparken hastalarımızın ve yakınlarının ne denli endişeli olduklarını görüyorduk. Vakalar açısından her türlü tedbiri elden bırakmıyor sürekli birbirimizi uyarıyorduk. Pandemide acil kavramı yoktur. Sakın acele etmeyin, tedbirlerinizi alın söylemlerinin yansıra C tipi koruyucu kıyafetler, N95 filtreli maskeler, gözlükler, galoşlar, siperlikler, telefonların sarılı olduğu streçler vs. her tür tedbir alınmıştı. Nakledilen her vaka sonrasında çamaşır suyu ve dezenfektanlar eşliğinde ambulans temizlikleri de ihmal edilmiyordu. Ancak sürekli tekrar eden bu durum tüm enerjimizi tüketiyordu. Derken tarihler 8 Mayıs 2020’yi gösterdi. Dalgalanıp duran bir ateş, inanılmaz bir baş ağrısı ve bacaklarımda kas ağrıları belirmeye başladı. Belirtilerimin olduğunu düşünüp hemen hastaneye gidip muayene oldum. Tomografim ve kan değerlerim normaldi. Bu nedenle de sürüntü örneği alınmamış antibiyotik ve analjezik tedavisine başlanmıştı. Hastalığın ikinci gününde ‘Acaba tetkikler yanıltıyor olabilir mi?’ düşüncesiyle kendimi izole etmiştim. Ramazan ayı olmasından dolayı ilaçlarımı iftar ve sahur zamanına göre ayarlamıştım. Ama kullandığım ilaçlar yakınmalarımı azaltmıyor işe yaramadığını düşündürüyordu. Bacaklarımda ve sırt bölgemdeki kas ağrılarını ramazan orucu nedeniyle mineral eksikliğine bağlamıştım. ‘Bol tuzlu bir ayran iş görür,’ diye düşündüm. Hazırladığım sodalı tuzlu ayran karışımından tuzun tadını alamamam COVID-19’un tat duyusunu olumsuz etkilediğini hatırlattı. Şekerle yaptığım denemede de şeker tadı alamadım. Kolonya kokusunda da limon kokusu kaybolmuştu. Korku ve endişeyle birlikte soluğu Kovit polikliniğinde aldım. Kovit görevlisi hekim bana pozitif olabileceğimi söyledi ve sürüntü vermeye gönderdi. O sırada aklımdan birçok soru geçiyor, zihnimi meşgul ediyordu. Ya pozitifse, ya çocuklarıma bulaştırmışsam? Ya eşime de bulaşmışsa? Peki ya birlikte çalıştıklarım, onlara da geçmişse? Hele ki sevdiklerime taşıyan ben olmuşsam? Bu soruların her birine kendimce cevaplar bulmuşken yeni bir soru çıkıyordu karşıma. Sürüntü alınırkenki can acısını hiç düşünmedim. Arada aklıma balkonlarda bizlere yaptıkları alkışlar geliyordu. Kahraman mıydık? Yoksa bir yerde bulaşın bir halkası mı?
11 Mayıs sabahını zor ettim. Evde kendimi izole etmek istemiştim ama ne kadar başarabilirdim ki? Biz eşli sağlık çalışanlarının geneli nöbetlerle hem işlerini hem çocuklarını bir arada büyütenlerdik. Nöbetteki hastalığı çocuklarımıza taşımamız pekâlâ mümkündü. Çünkü çocuklarımız bizlerle her zaman iç içeydi. Sabahına işim icabı dışarıdaydım. Farklı numaralardan aranmaya başladım. Hiçbir zaman istenmeyecek bir pozitiflik gelip beni bulmuştu. Bakanlık yetkilileri, Sağlık Müdürlüğü görevlileri, hastanedeki görevlilerin hepsi arayıp bana bunun bilgisini veriyorlardı. Akabinde eşimi aramaya çalışırken eşim beni aradı ve beyaz kıyafetli İl Sağlık Müdürlüğü görevlilerinin karantina bilgilendirmesine geldiklerini söyledi. Düşündüğümde ilk aklıma gelen çocuklarım oldu. Onları korona silahıyla vuran, bu hastalığı onlara taşıyan masum öpücüklerim acaba bir dost ateşi miydi?
Acilen eve geri döndüm. İdaremi aradım ve bilgilendirme yaptım. Bakanlığımız tek kelime ile harika bir organizasyon sergilemişti. Bunu başına gelince anlıyor insan. “Sadece öz bakım için gerekli kişisel ihtiyaçlarınızı hazırlayın. Hazırlandığınızda bilgi verin, 112 ambulansı sizi almaya gelecek.” diye belirttiler. Hazırlanırken enikonu ihmal ettiğim bir durumu oğlum bana söylediğinde fark ettim. “Baba lütfen ölme. Ölmeye gidiyorsun biliyorum.” Her şeyi bıraktım ve oğluma sordum. “Ölmek mi? Bunu da nereden çıkardın?” dedim. “Her akşam kaç kişinin bu virüsten öldüğünü biliyoruz. Sen de koronavirüs olduğuna göre sen de öleceksin ve bana bunu üzülmemem için söylemiyorsun.” O an düşündüm; akşamları sadece o haberleri izlediğimi ve bilgi aldığımı düşünürken çocuğumun psikolojik olarak bundan olumsuz etkilenebileceğini anlayamamış ve gözden kaçırmıştım. “Hayır oğlum, ölümü de nereden çıkardın?” derken içimden bir his “Yoksa ölecek miyim?” sorusuna cevap arıyordu içten içe. Bu kapıdan son çıkışım, evlatlarımı son görüşüm müydü acaba? O ayrılıştaki öpememek, sarılamamak duygusu beni kahrediyordu. Ekip arkadaşlarım ambulansla beni almaya geldiklerinde kızımın uyuya kalması ayrılışımı nispeten kolaylaştırmıştı… Bakıyorum C tipi kıyafetler, tulumlar, maskeler, gözlük, galoş tüm kişisel koruyucular bu defa benim için giyilmişti. Ve Beytepe Askeri Hastanesine yatış… Dışarı kapıdan bakmanın dahi yasak olduğu, içeride kovit ile baş başa izole bir yaşam…
Düşünmeye başlamıştım. Bu kadar tedbir içinde koronavirüsünü ben nereden bulmuştum? Derken arkadaşlarımın geçirdiği semptomlar aklıma geldi. Çok değil iki hafta öncesinde geçirdiği ciddi kas ağrıları ve geniz akıntıları olan, ateşlenmiş meslektaşım. O da muayene olmuştu. Akciğerlerinde bir sıkıntı gözlenmediği ve tomografi bulguları olmadığı için sürüntü örneği verme ihtiyacı da olmamıştı. Semptomlarımız aynıydı. Benden bir hafta öncesinde rahatsızlanan personelimiz ve benden iki gün önce rahatsızlanan personelimizdeki semptomlar da aynıydı ve tomografi bulgularına göre belirti yoktu. O nedenle sürüntü verememişlerdi. Benim tesadüfi olarak tat ve koku duyusunu yitirdiğimi fark etmem, görevlileri sürüntü örneği almaya zorlamış ve tanı konulmasına sebebiyet vermişti. İş yerimde COVID-19 tanısı almasalar da hastalığı hafif semptomlarla atlatan arkadaşlarım olabilirdi. Dolayısıyla hastalardan kapmış olabileceğim gibi birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan kaptığım bir dost ateşi de olabilirdi. Sebep o ya da bu artık bir önemi yoktu. Bir gerçek vardı ki o da kovit ile mücadele etmek zorunda olan bir hastaydım artık.
Aklım eşim ve çocuklarımdaydı. Onlardan da tahliller alınacak, bakılacaktı. Neticede tanılı ile teması olan bireylerdi. Aklımda deli sorular… Ben pozitif eşim negatif çıkarsa… Ya da ben pozitif çocuklar da pozitif çıkarsa… Ya da… ya da… hep farklı kombinasyonlar… İçim içimi yiyordu. Derken akşamüstü oldu. İlaç tedavisini aldıktan kısa bir süre sonra eşim aradı. Telefonu oğlum almıştı ve çok mutlu geliyordu sesi: “Babaaaaaa! Yaşasın! Biz de korona olmuşuz! Sen tek başına ölebileceğini mi sandın, biz de geliyoruz yanına…” Sonra da kızım aldı telefonu: “Baba bize de koronavirüsün bulaşmış olmalı ki biz de hasta olmuşuz. Aradılar. Abimi ve beni de getireceklermiş oraya.” Şok oldum. Çocuklarıma bu hastalığı anlatmıştım. Nasıl bir hastalık olduğunu ve kimlere nasıl zarar verdiğini söylemiştim. Ama anladım ki bizler hasta olunca çocuk psikolojisi bunu farklı yorumluyordu. Çocuklarım ve eşim Ankara Şehir Hastanesine alındılar. Eşimin sonucu sabah çıkacaktı o nedenle çocuklarımızın yanında refakatçi olarak kaldı. Ben de yanlarına sevk talep ettim. Hasta ettiklerimin yanına gitmeliydim. O gün bu şekilde geçti ve diğer günün sabahı eşimin sonucu da pozitif geldi. Aynı semptomlarla eşim de hasta olmuştu. Ben nasıl titiz çalışıyorsam eşim de o şekilde titizdi. O da bir dost ateşiyle yaralanmıştı bu kovit savaşında. Düşündüğümde cevabını bulmuştum. Ertesi gün sevk oldum ve ben de yanlarına olmasa da yakınlarına gidebildim. Bir arada olmak istesek de ortamda çok fazla virüs yükü olacağı ve odaların dört kişinin bir arada yaşamını zorlaştıracağı için buna izin vermediler. Akşam saat yirmi üç civarı kapı açıldı ve elinde bilgisayar çantasıyla oğlum içeri girdi. İlk sözü; “Sen kendi başına ölemezsin ben de geldim yanına.” oldu. Sıkı sıkıya sarıldım ve öptüm onu. Sonrasında da anlattım; “Eğer vücudumuz sağlıklıysa bunu yenebileceğimizi, bizlerin mücadeleci olduğunu,” söyledim. Kızım annesiyle kaldı ve dijital teknoloji imdadımıza yetişti. Sosyal ağlar üzerinden görüntülü görüşme ile bağlantı sağlayabildik. Oğlumla öncelikle bu virüse isim koyduk. Aramızdaki ismi koronavirüsünün yaramaz çocukları “küçük koviçler”. Minik koviçler bize bulaşmakla hata ettiklerini anlamalılar, dedik ve onları yenmek için işe koyulduk. Planımızı her aramada küçük kızımız Elif Su ve annemize (diğer yaralı savaşçımız) bahsettik. Arkadaşlarının yaptıkları resimleri bizimle paylaşmaları, hastanedeki odamızın karşısından ziyaretleri, video paylaşımları, aramaları bize büyük moral oldu. “O küçük koviç dikenli bir zararlı,” dedik. “Beslenmemiz ve sağlığımıza dikkat edersek eğer o küçük koviçin her bir dikenini koparır koparır atarız ve vücudumuzda tutunacak yerleri kalmaz bir an önce de kurtuluruz.” dedik. Bugün hastanedeki dördüncü günümüz. Çok şükür, çok sağlıklıyız ve semptomlarımız geçti. Koviçleri bize bulaştığına pişman ettik. Oğlumla ilk gün söylemiştik; “Gayri koviçler düşünsün,” diye sözümüzü tuttuk. ‘Eğitim Bilişim Ağı’ sistemi üzerinden yani EBA televizyon kanalından derslerimizi yaptık. Öğretmenimizin verdiği ödevleri hemşire ablamızın verdiği kâğıtlara yaptık. Oyunlar oynadık. Şimdi bekliyoruz. Testlerimiz negatif çıktığında inşallah ev karantinasına geçeceğiz. Bu COVID-19 yaralıları da savaşa kaldığı yerden devam edecek. Kan ve kemik iliği bağışçısıydık. Hayat kurtarmaya kendini adamış bu bedenler bağışa koronavirüs plazma bağışcılığını da ekleyecek. Evlatlarımızla hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Başka hastalıklardan hem kendimizi hem de çocuklarımızı ve sevdiklerimizi korumaya çalışarak mücadeleye devam edeceğiz inşallah. Maalesef ki çocuklarımızla aramızdaki bu sevgi bağı yeni dost ateşlerine sebep olabilecek.
Sağlıcakla kalacağımız ve güzel günleri hep birlikte karşılayacağımız huzurlu ve mutlu günler, şifa bekleyenlere de Allah’tan sağlıklar diliyorum.
Bu yaşanmış öykü Gürkan Kaya tarafından kaleme alınmıştır.